Sayfalar

26 Ağustos 2011

Şizo'nun Dramı..


Ön Not: Bu yazım feci derecede uzun olup, tamamen gerçek olaylardan esinlenilip, benim iç dökmelerimden oluşmaktadır.. Sıkabilitesi yüksektir..

Adamımız 45 yaşında, uzaktan bakınca gayet normal görünen, entelektüel diye adlandırabileceğimiz biri.. Gözünüzde iyice canlandırabilin diye bu kadar ayrıntıya giriyorum..

Geçen hafta çok sevgili "Bay İşini Millete Yaptırmaya Bayılan Adam" beni arayıp: "Şizo ben taşınıyorum, şu anda da Eskişehir'deyim arabamın bilmemne parçası için uğraşıyorum, daha sonra da buradan bıdıbıdı şehrine geçip orda falan filan işleriyle uğraşacağım.. Oraya ne zaman döneceğim belli değil, evi iki üç gün içinde boşaltmam gerek kira ödememek için (Buraları "kısa kes asıl mevzuya gel" tatlarında dinliyorum).. Benim evdeki eşyaları senle Diğer Bayan Talihsiz toplar mısınız? Zaten pek bir eşya yok.. İki üç parça bir şey.. Ben çoğu şeyi toparlamıştım.. Geri kalanları da eskiciye vereceğim zaten.. Yapabilir misiniz?" dedi..

Sonuçta benim çok değer verdiğim biri.. Çok severim kendisini, doğal olarak hayır diyemedim.. O kira ödemesin diye ben her şeyi yaparım zaten.. Yeter ki boşu boşuna, sanki benim cebimden çıkacakmış gibi ödemesin o kirayı.. Buna müsaade edemezdim.. Tabi.. İçimden bunları söylesem de  "Olur BİMYBA, peki BİMYBA, ne demek BİMYBA" demek zorunda kaldım.. Çünkü ben bir eşeğim.. Yalan mekanizmama bir haller olmuş.. Söylesene şehir dışındayım diye..

Bunun üzerine BİMYBA "Hemen gidebilir misiniz? Ev sahibine evi hemen boşaltacağımı söylemiştim de" dedi.. Bu cümlede her hangi bir tuhaflık yok ama aradığında saat altıydı.. Altı.. Hatta bir de rakamla yazayım "6".. Yahu ramazan ayındayız oruç tutuyorum insan bi düşünür.. Burda kalmış iftara 1.5 saat.. Nasıl gideyim? Hemen gidin ne ya.. Hadi onu da geçtim ramazan ayında olduğumuzu, oruç tuttuğumuzu ve güneşin beyin eriten sıcaklıkla tepemize tepemize vurduğunu bildiğin halde nedir bu ısrar, bu istek!? E tabi en enayi beni buldun kullan kullanabildiğin kadar..

Sesimi en uyumlu tonda tutarak, "Şu an gidemem malum bir saat sonra ezan okunacak, yarın erkenden giderim." dedim.. Bunun üzerine, hoşuna gitmediğini belli eden bir "hımm"lamayla isteğimi kabul edip, anahtarların nerede olduğunu ve beni ertesi gün arayacağını söyleyip kapattı..

Ondan sonra üşüştü beynime beni kıvrandıran düşünceler.. Kafamdan binbir türlü şey geçiyordu.. Ama beni en çok korkutan düşünce "Ya çok susarsam?" dı.. Evet bundan çok korkuyordum.. Dili dışarı fırlamış köpek gibi dolanmak istemiyordum etrafta.. Ama bir yandan da kendimi, "Yok canım korkacak bir şey yok, altı üstü bir kaç parça eşya" diye teselli ediyordum..

Ardından Diğer Bayan Talihsiz'le (biz DBT diyelim) kısa bir konuşmanın ardından buluşacağımız yeri ve saati kararlaştırdık..

Ertesi gün saat 1 gibi çıktım evden.. Dışarı adımımı attım ve karşılaştığım yoğun sıcaklık dalgasıyla günü nasıl tamamlayacağımı düşündüm.. Bu sıcakta işinin başında olanlara da içimden "hey maşallah" demeyi ihmal etmedim.. Ayaklarım geri geri giderken zor da olsa bindim minibüse, gittim buluşacağımız yere.. DBT de geldikten sonra anahtarları da aldık ve koyulduk yola.. Yola koyulduk ama ikimiz de evi bilmiyoruz.. Hadi DBT az biraz biliyor gibi de ben tamamen fransızım.. Neyse yolda tanıdık biriyle karşılaştık, şansa o evi biliyormuş taktık peşimize zorla, adamın rehberliğinde ilerledik.. Bir yandan da gördüğümüz her dükkana girip karton kutu arıyoruz.. Çünkü BİMYBA "Ben biraz almıştım ama siz de karton kutu alırsanız iyi olur, onlar yetmeyebilir" demişti.. Bula bula kıçı kırık bir tane bulduk yol üzerinde -pazar günü doğru dürüst açık yer olmayınca doğal olarak- ve eve ulaştık nihayet.. Bize yolu gösteren adamın gözünün içine bakıyordum, " E bari ben de size yardım edeyim" demesi için ama nerdeee?? Arkasına bile bakmadan kaçtı.. Kaçışını izlerken, "Ya ne var ki? Bir kaç parça eşyayı paketlememizde bize yardım edecektin o kadar.. Şu iki kızı bırakıp nasıl kaçarsın insafsız!?" diye içimden saydırmaya başlamıştım..

Önüme döndüğümde DBT eğilmiş apartmanın kapısını açmaya çalışıyordu.. Biraz zorlanarak da olsa açtıktan sonra merdivenleri çıkmaya başladık.. Yahu ben böyle merdiven görmedim.. Merdiven değil mübarek ölüm tuzağı.. Kazara ayağını yanlış attın mı veya kaydırdın mı, hooopp apartmanın soğuk zeminiyle akraba olursun.. Tırsa tırsa çıkarken apartmanda ışık namına bir şey olmadığını da farkettim.. Yukarı doğru çıktıkça karanlık arttıkça arttı.. Artık harbiden korkmaya başlamıştım düşeceğim diye.. Lan adamın birinin şeyinin zevkine olan bana olacaktı.. Resmen göç edecektim ultra sıkıcı hayatımdan(ergen mod on).. Neyse düşündüğüm olmadı ve DBT'ye tutuna tutuna çıktım merdivenleri.. Daha kapıya geldiğimizde anlamıştım bir gariplik olduğunu.. Tanımlayamadığım kokular geliyordu burnuma.. DBT kapıyı açınca tanımlayamadığım kokular bir bir tokat gibi çarptı yüzüme.. Kah sağ yanıma kah sol yanıma yedikçe yiyordum darbeleri.. Bu arada kokular kendilerini tanıtmayı da unutmadılar: Havasızlık, bozulmuş yiyecekler ve toz.. Tozun kokusu mu olurmuş demeyin.. O saate kadar ben de olmaz sanıyordum ama demek ki toz eve yerleşe yerleşe iyice benimseyip, bir canlı haline gelmiş ki kendinde kokma hakkı görmüş..

Kapıda hafif bir baygınlık geçirdikten sonra içeriye adımımızı attık.. İlk iş evi şöyle bir kolaçan etmek oldu, nerde ne var diye.. Oh cisıs gördüklerim kabus olmalıydı!!!


Hani birkaç parça eşyaydı? Hani ben zaten çoğunu topladım merak etmeyindi? Bütün eşyalar adeta bir yeşilçam kötü karakteri edasında el sallıyordu bana, "Bu kadar kolay olacağını gerçekten de düşündün mü ahmak seni?".. Ayrıca evin durumu içler acısıydı.. Sanki ev 1 aydır değil de yıllardır kullanılmıyordu.. Toz zerrecikleri evde tepişirken zor da olsa camları açabildik.. Eve oksijen girince hafiften kendime gelmeye başladım.. Şöyle bir etrafa bakayım ne var ne yok diyerekten ilk olarak yatak odasına girdim, girdim girmesine ama burası yatak odası süsü verilmiş bir çıfıt çarşısıydı, mübarek odada yok yok.. Kendimi oradan kurtarmak için mutfağa attım ama atmaz olaydım.. Tezgahın üstü benim, senin yani normal insanların çöp diye attığı plastik kutularla doluydu..


Kafamı kaldırıp yukarıdaki dolaplara baktım acı içinde, içlerinde ne olduğunu tahmin etmek bile istemedim.. Döndüm arkamdaki buzdolabına, kapağını açmamla gözlerimin kararması bir oldu.. O nasıl bir kokudur öyle? Ceset mi sakladın adam? Ek iş olarak Hannibal'lık mı yapıyosun nedir?

Hayır iyi ki içinde pek bir şey yoktu da bu kadar kokmuştu, öbür türlü yüksek dozda metandan ölen genç kız diye 3. sayfa haberi olacaktım.. Kapağı açtığım gibi kapattım hemen..

Yine yatak odasına geçip, BİMYBA'yı aradım.. "Eve geldim neleri paketleyelim?" dedim, bir yandan da etrafa bakarak.. "Bu çerçöpleri paketletmez herhalde" diye düşünüyordum ki beni banyoya yönlendirdi..

"Şimdi Şizo banyoya git, ne var orda söyle bana".. Ne olacak bir yığın çöp..



Şu fotoğraftaki lavabonun üstündekileri silin, daha pis bir raf ve yarısı bitmiş traş köpükleri, diş macunları düşünün işte orası banyo.. Hani 'köpek bağlasan durmaz" diye bir laf vardır ya.. Durur durur ama iki gün sonra "ben bile bu kadar pis değilim arkadaş" deyip kendini vurur..

Telefondan bana direktifler vermeye devam etti.. En sonunda uzun karar aşamasından sonra bitmiş macunların, kir içindeki traş köpüklerinin ve diş fırçasının atılmasına karar verdi.. Bayağı bayağı düşündü ama atılsa mı paketlense mi diye..

Sonra koridora yöneldim, ne paketlenebilir diye bakıyordum.. Şu plastik ayakkabılıklardan vardı bir tane.. Tabi o resimdeki gibi gıcır değildi.. Her yerin olduğu gibi o da toz toprak içindeydi.. Neyse en üstteki rafta kuru çiçekler ve abidik gubidik oyuncaklar vardı(evet oyuncak).. "Ayakkabılık var burada, üzerinde de kurumuş çiçekler var, ne yapayım paketleyeyim mi?" dememle BİMYBA'nın heyecanlanması bir oldu.. En duygusal sesini kullanarak, "Heaa şimdi çok önemli bir yere geldik.. O çiçekler benim için çok önemli.. Orada küçük oyuncaklar da var değil mi? Heh işte onların hepsinin bende hatırası var.. Şimdi onları güzelce paketliyorsun ve kutuluyorsun.." Ne hatırası ne değeri ya? Çerçöp bunlar.. Oyuncak dediklerin kararmaktan şekilleri kaybolmuş ecüş bücüşler.. Çiçekler desen kurumuş, zerreciklere ayrılmışlar.. Hala nedir bu ısrarın? Nedir bu romantikliğin arkadaş ya? Hayır madem çok değerliler ayakkabılığın üstünde ne işleri var.. Al adam gibi sakla.. Üstelik ben paketleyeyim mi derken ayakkabılığı kastetmiştim.. Hatta üstündekileri napayım atayım mı diyecektim ki tuttmuştum kendimi.. İyi ki de tutmuşum, yoksa bir ton laf yiyecektim: "Çok değerli onlar.. Atılır mı hiç? Biraz romantik ol.. Sana verilen şeylerin kıymetini bil.." diye diye beynimi kemirecekti.. "Ayakkabılığı napayım paketleyeyim mi?" diye sorunca da, gayet önemsiz bir şeymişçesine -evet benim için çerçöpten daha önemliydi o-, "At onu ya, ya da birine ver" demez mi? Hayatımda enteresan tipler gördüm ama bunun gibisi ilk defa karşıma çıktı.. Çöpü sakla ama para verip aldığın bir şeyi at gitsin.. Mantığına tükürem..

Daha sonra koridorda paketlenecek bir şey kalmayınca, mutfağa yönlendir di beni ki, hiç girmek istemiyordum oraya.."Şimdi ne var etrafta, neler görüyorsun?" Çöp ev görüyorum ne göreceğim!! Fayansın üstü bulabildiği, alabildiği, biriktirebildiği -ki anladığım kadarıyla bunda hiç zorlanmamış- plastik saklama kutularıyla doluydu.. E be adam ne işin olur o kadar kutuyla? Bir an korktum acaba onların da mı anısı var diye? Romantik romantik cinnet geçirirdim öyle bir şey isteseydi.. "Onları at, evde çöp poşeti var, (vadesi çoktan dolmuş olan) tencere ve tabakları paketle" dedi.. Tabi tencere ve tabakların vadesi benim için dolmuştu.. Ona göre onlar hala kullanılabilir, gıcır eşyalardı.. Zaten onun için evi de kirli değil sadece biraz tozluydu.. Abartacak bir şey yoktu..

Başladım mutfağın çeşitli yerlerine bakınıp, çöp poşeti aramaya.. Buzdolabıyla duvarın arasına bilumum market ve bakkal poşeti sıkıştırmıştı ama onlarla uğraşmamak için hazır poşet daha iyi olur diye düşündüm.. Aradım ve sonunda buldum.. Ama bulduğum poşet "normal" çöpler için olduğundan, evdekiler için belediyeyi çağırmak daha uygun olurdu..


Valla belediyeyi aramamak için bayağı direndim.. Sonunda "Şizo bunu er ya da geç yapacaksın.. Gel hemen yap ve kurtul.." diyerek başladım çöpleri bir bir poşetlemeye.. Çöp poşeti dayanamayıp, yırtıldığından market poşetlerine giriştim mecburen.. Üst dolapları bitirip de alt dolaplara geçince gözlerime inanamadım..


Yaklaşık iki düzine cam kavanoz vardı dolapta.. İki düzine.. Ve bu adam tek başına yaşıyor, anası bacısı falan yok yanında.. Gören de turşu tutmadan, reçel, konserve yapmadan bir yılı geçiremediğini zanneder.. Pintiliğin vücut bulmuş hali resmen adam.. Hiçbir şeyi atmamış evinden.. Dolabın derinliklerine biraz daha inince bu sefer de boş konserve kutularıyla karşılaştım.. Onları da biriktirmiş! Yani bayağı temizlemiş ve güzelce istiflemiş.. Hayır tamam belki bu senin kişisel zevkin, belki hepsinin anısı var, belki onlar bir gün işe yarayacaklar ama benim ne suçum var?! Hepsini ben toplamak zorunda kaldım!


DBT bir yandan mutfak eşyalarını toplarken ben de çöpleri poşetlemeye devam ettim.. Ama aklım hala kavanozlardaydı.. Onlar nasıl çıkacaktı? Poşetlerle taşınamazlardı, buna ne poşet ne de inip çıkmaya bizim gücümüz yeterdi.. Kutulayamazdık çünkü o kadar kutumuz yoktu.. En sonunda onları hiç görmemişiz gibi davranmaya karar verdik..

Mutfağı bitirdikten sonra bu kez de yatak odasına geçtik.. Ben şöyle bir etrafı kolaçan ederken, DBT "Bu ne ya? Bunu nasıl çıkartacağız buradan?" diye veryansın etmeye başlayınca ona doğru döndüm.. Kafasını kaldırmış yukarı baktığını görünce, ben de baktım ne varmış diye.. Yo yo yooo bu kadarı da fazlaydı!! Yok artık! Kafamın üstünde -daha önce nasıl göremediğime hayret ettim- bir balık ağı vardı.. Evet evet basbayağı bir balık ağı.. O duvardan o duvara asmış, içine de renkli lambalardan koymuş, yatağının üstünde duracak şekilde de ağa bir şeyler takmıştı.. Adam sen bu kadar fanteziyle nasıl yaşıyorsun ya?! Nasıl bir zevk dünyan var senin? Balık ağına lamba atıp, yatarken izlemek nedir? Bir de yerdeki ayaklı şamdanların üzerindeki mum kalıntılarına bakarak, bu fantezinin loş ortamlarda yapıldığı sonucuna ulaştım.. Şamdan zaten ayrı bir olaydı.. Normal bir insan mumu yakar, sonra mum bitince atar ve yenisini takar.. Bizim ki şamdanın tabağında ne kadar boş yer varsa kullanmış.. Yetmemiş, boş yer kalmayınca başlamış eriyen mumların üstüne yapıştırmaya mumları.. Olmuş mu sana tabakta üç parmak kalınlığında bir tabaka? Bir de mum erimiş şamdanın ayaklarından halıya.. Halı olmuş sana bir dünya haritası..

Neyse başladık eşyaları toparlamaya, balık ağını falan başka bir arkadaşa bıraktık bizim boyumuz yetmez diye.. Sonra BİMYBA aradı, tekrar direktiflerine başladı.. Onu atın, onları paketleyin, onu da birine verin... Dedim "BİMYBA burada bir şey var yerde, çuvalın içinde ne yapayım onu?" "Ne ki o? Bir bak bakalım.." dedi.. Demesi kolay gel de kendin bak.. Her dokunduğumda toz bulutu yükseliyordu havaya ama ne bulut.. Hani evin tozunu alırken çıkanlardan değil, fantastik filmlerdeki yıllardır el değmemiş sihir kitaplarından çıkan tozlardandı bu.. Dokundukça öksürdüm, oflayıp pufladım.. Bana "Ne o Şizo, sen benim evime tozlu mu demek istiyorsun?" demez mi? He bir de ciddi ciddi sordu bunu.. "Ben gelmeseydim belediye gelecekmiş evinize" deyince bozuldu hafiften.. Adam konduramıyor evine "pis" kelimesini.. Bu da onun temizlik anlayışı demekten başka ne gelir ki elden dostlar?

Dört saat gibi bir sürenin sonunda her şeyi toparlamıştık ama bende güç namına bir şey kalmamıştı.. Su içemediğim için evin bütün tozunu boğazımda toplamıştım.. Mitelar yuva yapmıştı resmen.. Boğazımın ağrısından ve tükürüksüzlükten yutkunamıyordum.. Ezan okunduktan sonra suyla ne gibi fantezilerim olabilir diye düşünmeye başlamıştım artık..


Sonra ikinci elcilerle görüşüldü ertesi gün.. Adam kırık dökük bir dolaba, içi kokmuş kendinden vazgeçmiş bir buzdolabına, çalışıp çalışmadığı belli olmayan çamaşır makinesine ve evin bir ferdiymiş gibi duran kanepeye 100 tl verince, BİMYBA bu işten hiç hoşlanmadı.. Çünkü dediğim gibi, ona göre eşyaları yeni kullanılmış, evi de pırıl pırıldı.. Sonuç olarak satmadı hiçbir şeyini.. İki gün sonra beni arayıp, "Evin temizlenmesi gerek, ev sahibine öyle vermeyeyim ayıp olur, sen DBT'yle birlikte bize gidip evi temizleseniz?" dedi.. Yani tabi şimdi düşününce hakikaten de ev sahibine ayıp olur.. Çünkü o evi ben o hale getirdim ve ben oturuyorum orada.. O şekilde veremem evi..

İçimden çığlıklar atsam da sakin ses tonumu korudum..


"Valla o iş yaş hacı.. Ben yapacağımı yaptım benden bu kadar.. Adiyos muços.." demek isterdim fakat diyemedim.. Bunun yerine "BİMYBA siz en iyisi bir temizlikçi tutun.. Ben o evi temizleyemem, temizlenmez o ev yani" dedim.. Tabi o yine kabul etmedi bu yakıştırmaları.. Sonuçta "Onun" evi yani.. Ne demek temizlenemez? Sadece üstten bir tozu alınsa yeter.. Çok kirli değil ki zaten..

Ya sen beni gecenin bir vakti aramışsın "Evimi temizleseniz ya be?" diye gayet pervasızca sormuşsun bu soruyu.. Ki iki gün önce evini toparlayıp, mahvolmuşum, hala sesimi çıkarmıyorum.. Sen bir de kalkmış başka bencilce bir istekten bahsediyorsun.. Neymiş biz temizlesek ne iyi olurmuş.. Olur tabi.. İş bedavaya gelecek ya kullan kullanabildiğin kadar bu iki enayiyi..

Telefonu kapattığımda sinirden saydırdıkça saydırdım.. Ya benim etrafımda neden bir tane normal adam yok ya? Neden bütün şizofrenler, psikopatlar, fantezi meraklıları, işgüzarlar beni bulur yarabbim? Neden? (Yeşilçam serzenişi)

Bak yine sinirlendim!

25 Ağustos 2011

Gaza Geldim Tutmayın Beni!



Evet 4. bölümü çevirip (çevirir gibi yapıp) bitirince önce tereddüt etmiştim 5. bölüm için ama dayanamadım!

Buyrunuz efenim Protect The Boss'ın 5. bölümünün altyazısı huzurlarınızda..

Yine çok eğlenceli bir bölümdü.. Son sahne müthişti hele.. 6. bölümün başında Ji Heon'u bir tokat bekliyor bence ahahahah.....

Lütfen hatalarımı bildirin.. Olmadı hatalarımla sevin beni.. (tamam yapmadım farzedin şu iğrenç espiriyi)

Altyazı için şuraya lütfen..

20 Ağustos 2011

Altyazı çevirdim sanki gibi gibi....



Evet bunu ilk kez yaptım ama oldu gibi sanki.. Bilmiyorum ki de tam.. Bayağı uğraştım ama onu biliyorum.. Şuan sırtımın ağrısından duramıyorum mesela..

Neyse efenim benim de çoğu koredaşlarım gibi pek sevdiğim bir dizi olan "Protect The Boss"ın 4. bölümünü çevirmiş bulunmaktayım.. İsteyen olursa çekinmesin kullansın eheheh... Üç günde çevirdim.. Yeni başlamama rağmen bana iyi bir süre gibi geldi, ne dersiniz?

Hatalarımı bildirirseniz çok çok makbule geçer..

Neyse ilk çevirinin günahı olmaz derler.. :P

Şuradan indirebilirsiniz..

16 Ağustos 2011

Zzzzzzzzzzzz

Bu aralar uyku düzenim borsa endeksi gibi.. İnişli çıkışlı.. Sabah 6 gibi yatıp öğleden sonra 2, 3 hatta 4'de kalktığım bile oluyor.. Bir ara niyetleniyorum erken uyumaya, e malum ramazan ayındayız, sahura kalkma olayından oldum olası haz etmediğimden -zira ne yediğimi ne içtiğimi anlıyorum öbür türlü- ister istemez benim uyumam en iyi ihtimalle 4'ü buluyor.. E beynim dinlenemediği için (beynin dinlenmesi önemli sonuçta.. hipopotalamus yok hipofiz yok o da değil adını hatırlayamadım şimdi, netten bakmaya da üşeniyorum neyse biz hipo diyelim.. evet hipo'nun dinlenmesi kendine gelmesi gerekirmiş, yoksa benim şuanki halim gibi serseme dönermişsiniz.. test edildi onaylandı..) zombi gibi dolanıyorum öyle etrafta..

İşte dün yine bu hallerdeyken saat 5buçuk gibi güneş yavaştan doğmaya başlamışken benim sanatçı ruhum hortladı.. Ama pek sanatamamışki ortaya yarısı karanlık, ortalama denecek bir fotoğraf çıktı.. Neyse ben de bari paylaşayım dedim.. Sanat veya değil sonuçta ortada emek var.. Emeğe saygı pls..

Evimizin balkonundan gün doğumu..


Hayatlarında bir kez bile olsa güneşin doğuşunu izlemiş olanlar beğensin, hem izlemiş hem şiir okumuşlar paylaşsın, hem izlemiş hem şiir okumuş hem üşümüşler el çırpsın, bunların hiçbirini yapmamış olanlarsa hiçbişey kaybetmediklerini bilsinler.. Güneş ya bu, doğar ve batar.. Abartmaya gerek yok.. Bakmayın siz şairlerin, yazarların bundan çok ekmek yediklerine.. Takılın siz sıcacık yataklarınızda.. Ohh mis..